19.11.2009

Olanak, Merak Ya Da Nostalji

Amatör arıcılar arıcılıkta biraz aşama kaydedince ilkel kovanlara heves ediyorlar. Bazen de bu kovanları günümüz gereksinimlerine göre yeniden düzenliyor, bir bakıma geliştiriyorlar.

Henüz taş ya da çömlekten yapılmış kovanlara rastlamadım.

Karadeniz Bölgesi'nde ağaç kütüklerinin oyulmasıyla elde edilen "kütük kovanlar", biraz iç bölgelerde yine silindirik biçimde, fakat söğüt ve benzeri ağaç dallarından örülmüş "sepet kovanlar", Trakya'da da konik biçimde örülmüş "sepet kovanlar" rağbet görüyor.

Bu merakları baskın olan arıcılarımıza 16. yüzyıldan bazı arıcılık uygulamalarını aktarmak istiyorum.
Bu konuda bana ilham veren Pieter Bruegel the Elder (1525-1659)'in The Beekeepers and The Birdnester adlı tablosu oldu.


Günümüz arıcılarından biri, işi daha da ileri götürmüş ve ( http://www.martinatnewton.com/page6.htm ) şu uygulamaları yapıyor:
Arıcımız "oğul" almaya gidiyor. (Our beekeeper will collect a swarm.)

Arıcımızın giydiği ve dikimini tarif ettiği arıcı maskesi.



Ve daha yeni tarihlerden birkaç örnek:
(Fotoğrafların kaynakları isimlerinin içinde gizlidir)


.
.

.
.
.
.
.
.
.
.

.
.
.
.
.
.
.
.
.


Aslında bu uygulamaları bilgi, görgü ve olanakların sınırlı olduğu yer ve zamanlar için anlamak daha kolay...


Son Söz: Merak sınır tanımaz!

7.11.2009

Arı Kovanı Nasıl Olmalı?

Arı kovanı, arı yaşamı için sağlıklı ve konforlu;
arıcı için ucuz, kullanışlı ve uzun ömürlü olmalı.

Bu genel ilke doğrultusunda düşünürsek arının kovan içi yaşamını, üreme, üretme, ürettiklerini saklama, düşmanlarıyla mücadele biçimlerini;

alışkanlıklarını, tercihlerini ve yeteneklerini;

başa çıkmakta zorlandığı güçlükleri, örneğin mevsimlerle değişen iklimsel güçlükleri, parazitleri, bakteriler, virüsler ve diğer zararlıları;

her türlü müdahalesi sırasında arıcının verebileceği zararları;

bunlara karşı arının ve arıcının yapabileceklerini hesaba katmalıyız.



Kovan arıların doğal yaşamlarına uygun bir malzemeden üretilmeli, sağlam ve dış etkilere karşı dayanıklı ya da korumalı olmalı, güneşten, rüzgardan, yağmurdan, kardan etkilenmemeli, içine su sızdırmamalı;

bir arı ailesinin rahatca benimseyip yaşayabileceği büyüklük (hacım) ve biçimde olmalı;

yazın bol hava almalı, arıların kovan içini serinletme ve balın suyunu uçurma çalışmalarına kolaylık sağlamalı;

kışın salkımdaki arıların temiz hava solumasını sağlayacak bir havalandırması olmalı, fakat bu havalandırma hiç bir zaman arıları doğrudan hava akımı altında (cereyanda) bırakmamalı;

kovan girişleri arıların giriş çıkışları için yeterli, kovanı savunmalarına kolaylık sağlayacak kadar küçük, arılar kış salkımındayken fare gibi zararlıları heveslendirmeyecek biçimde olmalı;

kovan içinde arıların hareketlerine uygun yollar (çerçeveler arasında ve çerçevelerle kovan iç duvarları arasında uygun aralıklar) olmalı;

çerçevelere takılan temel petekler arasındaki mesafe 37mm, çerçeve üst çıta genişliği 27mm olmalı (ki arılar çerçeve üst çıtalarını, balları sırladıktan sonra da petekleri birbirine bal mumuyla yapıştırmasınlar).

arıcının her türlü kontrol ve müdahalesine elverişli olmalı;

arıcının fazla zorlanmadan tutup taşıyabileceği biçim ve ağırlıkta olmalı;

arı ailesi büyüdükçe kovan da büyümeli, büyütülebilmeli;

an azından arılığımızdaki diğer kovanlarla aynı olmalı...


Yıllardır her kış memnuniyetle kullandığımız 1,2 cm çaplı deliğiyle önden havalandırmalı kovanlarımızdan biri.


Bu durumda Standart Langstrot Kovan bana uygun; fakat, yetersiz görünüyor. "Her arıcı yeni bir kovan icat etmeye çalışmıştır" diye bir söz duymuştum. Benimki icat sayılmaz, olsa olsa geliştirme çabası diyebiliriz.
Yeni kovanların, bir de boyalıysa, kışın nem içinde kalması kaçınılmaz oluyor. Bunda kovan tabanının (standart dışına çıkılarak) girişe doğru meyilli yapılmamasının da önemli rolü olduğunu inkâr etmiyorum; fakat, nem demek küf demek, mantar demek; dolayısıyla taş hastalığı (Stonebrood), kireç hastalığı (Chalkbrood) ve benzerleri için uygun ortamların oluşumuna katkı demek.

Yukardaki çizim Sayın Murat Çakır'a aittir ve orijinali şu adrestedir: http://www.beyazkovan.com/content/view/32/34/

Bu arada arıcı olarak hepimizin bildiği; fakat, nedense içselleştirip "kendimize ait bilgi" haline getiremediğimiz bir bilgiyi tekrarlamak istiyorum: Arılar kış soğuklarında salkım oluştururlar; hem kendilerini hem de varsa larvaları soğuktan korurlar. Arıların bu yetenekleri, becerileri bitkilerin yaşayabildiği her yerde yaşayabilmelerine olanak sağlar.
Nizamettin ve Güner Kayral, 680 sayfalık (1984 dördüncü baskı) Yeni Teknik Arıcılık kitabının 356 ncı sayfasında şöyle diyor: "Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Muhsin Doğaroğlu'dan bir sohbetimizde dinlediğime göre Norveç'te -49 dereceyi bulan yıllarda dahi dip tahtası tamamen örme tel ile kaplı olan arı kovanlarında dahi sönme görülmediği ancak bal sarfiyatının diğer kovanlara nazaran %33 fazla olduğu müşahade edilmiş. Fakat bahara çıkış ve yavrulama durumunun diğer kovanların çoküstünde bir gelişim gösterdiğinin müşahede olunduğunu bu bahsi bitirirken ilave etmek isterim."

Arıcıların (sanırım yazarlarının da) kış soğuklarından gereğinden fazla korktukları yıllarda yazılmış olan aynı kitabın 336 ncı sayfasından bir alıntı daha: "...kovanın ön üst kısmında, yani uçma deliklerinin 15-20 cm üzerinde en az 13 milimetre, en çok 30 milimetre kutrunda (çapında) bir delik açılması ve bu deliğin kışın açık, yazın ise kapalı bırakılması çok faydalıdır."

Her halde standart kovanların şu üç noksanını görmemiz gerekiyor:
***havalandırma yetersizliği;
***arılar için değil ama, arıcı için polen toplama yetersizliği ;
***parazitlerle mücadelede uygulamak istediğimiz bazı yöntemler için yetersiz, giderek kullanışsız olan taban (Dip Tahtası) yapıları.

Yukardaki fotoğraf Sayın Halil Bilen'den :
http://picasaweb.google.com.tr/kardelenbilen/ArCLKMaalesefTedavisiOlmayanBirHastalKtRVeBulaCDR05#

Bu "tel dip tahtası" da Sayın Ali Şekerli'den:
http://alisekerli.blogspot.com/2009/08/varroa-mucadelesinde-formik-asit.html



Bu noksanları görürsek ve arıların yaşam biçimleriyle birlikte değerlendirebilirsek neler yapabiliriz?

Şimdilik, yani kara kış gelmeden kovan tabanlarını giriş deliğine doğru meyilli hale getirmek üzere kovan ayaklarının altına, arka taraftan yükseklik vermek için, 2-3 cm 'lik birer tahta, çıta koyabiliriz ve diğer konuları da kış boyu düşünürüz.

Fotoğraf Sayın Halil Bilen aracılığıyla Colorado/A.B.D. 'den:
http://picasaweb.google.com.tr/bretholcomb/HoneyHarvest2009#5386165108398236306

Fotoğraf: Sayın Bahri Yılmaz'dan (TKV Teknik Arıcılık Dergisi-Haziran 1993-Sayı 40)

Fotoğraf Sayın Demet Kızılırmak'tan:


Dünyanın değişik yerlerinde, değişik zamanlarda bal sırını tarakla alan üç bayanın ortak noktaları, üçünün de sır alırken tarağı aşağıdan yukarı doğru kullanmayışları. Fakat, işlerini çok da güzel yapıyorlar.(İlle de konumuzla ilgi kurmak isterseniz; tarak standart, yöntemde nüans var. Demek ki, "her arıcı, standartları ve klasik bilgileri göz ardı etmeden, kendine kolay gelen uygulamayı seçmeli" diyebiliriz. Ya da her ustanın bir üslubu, her yiğidin bir yoğurt yiyişi...)

Tüm arıcılara sağlık ve mutluluklar dilerim.





Önemli Not:   Yazıyı okuduysanız yorumları da okumanızı öneririm.
Önemsiz Not:  Şuraya da bakabilirsiniz.  http://mcsumer.blogspot.com/2013/03/bir-kovan-yaptrsam_26.html         



8.09.2009

Varroa İlaçlarından Biri

Hani şu, suya 1/50 oranında katılıp da arıların üzerine serpiştirilen pahalıca bir ilaç var ya, onun ilk çıktığı yıllardı. Şimdiki gibi üç-beş koloni arım vardı ama, ilacın yanında verdikleri doz ayarlama ve kullanma pompasını beğenmemiştim.
İlaç verimli kullanılamıyor, israf oluyordu. Arıların bir kısmı o kadar çok ıslanıyordu ki; kovanın dibine düşüp düşüp kalıyordu...

Daha kullanışlı ve sağlıklı bir kullanım yöntemi aramaya başlamıştım. Acaba sprey şeklinde uygulasam nasıl olurdu? Ya da şurubun içine katsam...?


Hem kullanacaktım, hem de en kullanışlı yöntemi anlatacaktım. :)






Fotoğraflar, kendisinin öğretmenlik hoşgörüsüne sığınılarak Murat Akın Öğretmenim'in Blogundan alındı. http://muratakin26.blogspot.com/2009_04_01_archive.html





Eskiden prospektüslerde, “ürün hakkında daha fazla bilgi almak için” diye başlar ve bir adres verirlerdi. Ben de, bir mektupla üretici firmadan ürün hakkında detaylı bilgi istedim.

(O zamanlar internet yok ki; firmanın sitesinden, ya da başka kaynaklardan araştırma yapabileyim.)

Gelecek döküman Almanca olursa, yandık; İngilizce olursa da işimiz epeyce zor.
Derken derken ne geldi dersiniz?

İlaç kutusunun içinden çıkan prospektüs (kesin hatırlamıyorum ama belki de daha büyük puntolusuydu) ve iki adet de küçük afiş.


Oldu olacak, nasıl kullandığımı da anlatayım. Hayır canım, afişi değil ilacı.

Arıların bir günde kolayca tüketebilecekleri miktardaki 1:1 'lik şurubun içine katarak verdim.


10 çerçeveyi kapsayan bir koloniye 1ml yerine 0.5ml ilaç hesabıyla beş koloniye 2.5ml ilacı, 2,5litre şuruba kattım ve beş koloniye paylaştırdım.


İlaç şuruptan hafifti ve istediğim kadar homojen çözelti oluşmasa da yeterince homojen bir emulsiyondu. Bu nedenle şurubu kolonilere paylaştırırken biraz özen göstermem gerekti.

Varroanın üreme ve ilacın etki mekanizmasını dikkate alarak bir defada önerilen dozu yarıya indirdim; fakat uygulama sayısını iki katına çıkararak ilaçlama süresini de dört haftaya uzattım. Böyle yapmaktaki amacım kolonide her yaştaki tüm arıların ilaçlı şurupla beslenmesini sağlamaktı.

Uygulama sonuçları benim için yeterliydi...
En iyi uygulama yöntemi budur diyemem ama, bilgi ve görgülerime göre bugün de kullansam aynı şekilde kullanırım.

Bu yöntemin, ilaç kalıntısı yönünden sonbaharda ve erken ilkbaharda ilave sakıncalar doğuracağını düşünmüyorum.

İlkbahar sonlarında kullanmak zorunda kalınırsa koloninin ve kolonideki bal stoklarının durumuna göre ayrıca değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Tabii ki, her halükarda, her iki dönem için ayrı ayrı kalıntı testleri yapılsa iyi olur.

Şimdi tercihimi formik asitten yana kullanıyorum. Yarın ne olur bilmem.

(Yeni parazitler yoldaymış; Uzak Doğudan İran'a kadar gelmişler.)


Arıcılarımıza kalıntısız ürünler üreten sağlıklı ve kalabalık arı aileleri dilerim.


8.08.2009

Bal Kristalize Olur

Bal tüketicisine sesleniyorum, ama; bal tüccarı değilim. Bal ticareti canlansa diye de bir derdim, beklentim yok.
Benimkisi, bildiklerimi, bildiğimi sandıklarımı dilimin döndüğünce paylaşmak.
Bir de arıcılığın yaygınlaşmasının, arıların çoğalmasının yurduma ve dünyaya yararlarını düşünüyorum.
Bal konusuna önce bal benzerlerinden başlayalım.

"Sahte Bal" diye birşey var.
Ben de ayrıntısını üç yıl kadar önce öğrendim.
Isıtılmış, kaynayan suyun içine bolca ticari glukoz, azar azar diğer şekerlerden ve gıda boyaları katılarak hazırlanıyor. Daha uyanık sahtekarlar, koku vermesi için ve "ne kadar süzülse de hala balmumu kırıntıları kalmış" dememiz için bir miktar da petekli bal katarak hazırlıyorlar.
Bu ürünün arıcıyla, arıyla, balla tek ilgisi cam kavanozlarda ve bal adıyla satılmasıdır.
Halkın, tüketicinin, hatta bal üreticisi arıcıların çoğunun böyle bir üründen haberi bile yok.

İkincisi, Şeker Şurubundan Bal
Maliyeti düşürmek ve üretim miktarını artırmak isteyen "bazı arıcıların", nerdeyse arıların aktif olduğu tüm mevsim boyunca, arılarını şurupla besleyerek, ne de olsa arılara yaptırdıkları bir gıda maddesidir. Bu üründe, arının doğadan derleyip işlediği, bal haline getirdiği nektar ve polen de bulunmaktadır.
Bu ürünün birçok ülkede üretilmesi ve etiketinin, adının doğru konulması koşuluyla tüketime sunulması, satışı serbest. (Yurdumuzdaki meyva sularında benzer bir uygulama var, değil mi?)

Tüketici için sakıncalarının ilki saf ve doğal bal satınalmak isterken sakaroz ve glukoz oranı baldan çok yüksek; vitamin, mineral, vb. oranları düşük bir ürünü bal zannederek, bal niyetine ve bal fiyatına satınalmasıdır.
Sizin paltoya gereksiniminiz varken ceket, hadi ceket demeyelim pardösü, satınalır mıydınız? Belki de ne aldığınızı, niye aldığınızı bilir, iki pardösü alır, üstüste giyer, o an için soğuktan korunurdunuz.
Böylece hem alıcı aldatılmamış olur, hem de satıcı "palto yok, pardösü verelim" derken, sahtekar durumuna düşmemiş olur.

Saf ve Doğal Bal Yani Tek Kelimeyle "Bal"

Yurdumuzda, bal tüketicisi konumunda olan okumuş yazmış kişilerin bile çoğu, güvendikleri bal üreticisi arıcıları övmek isterken, "çok dürüst arıcıdır, arılarına hiç şeker vermez, balları da hiç şekerlenmez" derler. Sanırım burda "dikkatin seçiciliği kuralı" geçerli oluyor ve insanlar, günlük hayhuy içinde ilgilenmedikleri konularda duyup gördüklerini, algılayıp anlamıyorlar.
Balın %20 'den azı su, %80 'den fazlası katı madde. Arı ancak bu kadar ustalıkla diyelim ki 20g sıvının içinde 80g katı maddeyi erimiş halde, bal kıvamına getiriyor.
Bu kıvam, bu viskozite, arının ustalığıyla oluşturulan bu akışkanlık balın üretildiği nektar cinsine, baldaki polen oranına, glukoz, fruktoz oranına, ortam sıcaklığına ve birçok başka etkene bağlı olarak, zamanla kayboluyor ve bal kristalize oluyor.
Arının becerisi de ancak bu kadar, vesselam.

Bazı ballarda kristalizasyonun başladığı, nerdeyse bal süzüldüğü gün gözlemleniyor.
Bazı ballar da, kristalizasyon sonunda öyle bir hal alıyor ki; arı, kışın ortasında yemeye kalksa, kendisi bile zor yer.

Çam balı gibi geç kristalize olan bal üreticisi olsa bile, her arıcının, "doğal balın kesinlikle kristalize olduğu" gerçeğini, bıkıp usanmadan anlatması gerekir. Süt alırken hiçbir müşterinin aklına, besiciye dönüp de "ineklere çok su içirdin mi?" diye sormak gelmez, ama arıcıdan bal almayı düşünen herkesin ilk aklına gelen şey "şeker sorgulaması" olur.



Tamam, balımızda "şeker" yok (!). Yani biz arılarımıza bal yapsın diye değil, ilaç niyetine bile, bir gram şeker vermedik. Arılarımız gitti, kırlardaki en doğal çiçeklerden, en doğal nektarları derledi, onları işledi, bal yaptı. Baldaki o güzelim tat nerden geliyor, baldaki tatlı maddeler neler?
Ben, "oz"lar, deyip konuyu kapatayım. Bir arıcı olarak, baldaki tatlı maddelere, "şeker" diyecek değilim ya.



Tüketicinin Gerçek Çekinceleri Baldaki Kalıntılar Olmalı
Arıların da parazitleri var hastalıkları var. Bazılarıyla düzenli, bazılarıyla da gerektikçe mücadele ediliyor. Arıcılarımız günden güne bilinçli davranıyor; hem arılarının sağlığı, hem de bal ve balmumunun sağlıklı olması açısından en uygun yöntemleri araştırıp bulup uyguluyorlar.
Bazen bu da yetmiyor. Kullanılan balmumundaki ilaç kalıntılarından kaçınabilmek zor.
Arıcının çerçeveye takmak için satınaldığı temel petekte, (önceki yıllardan birikmiş olan, ham ve doğal balmumunun içine, kasıtlı olarak yapay maddeler katılmadığı halde) işlenirken yıkansa, süzülse, sterilize edilse bile elimine edilemeyen, ayıklanamayan ve kabul edilebilir seviyelerin altında olsa da kimyasal kalıntılar olabiliyor.
Bu sakıncalı durumdan kaçınmak için tercihimizi süzülmüş baldan yana kullanabiliriz. Ya da çerçevenin ortasında ince bir karton gibi duran temel peteği yemeyiveririz.
Yasalar genellikle toplumun ihtiyaçları iyice belirginleşince ortaya çıkarlar. Nadiren de bilimsel veriler, toplum kendi yararına olan bu yeni durumun henüz farkına bile varmadan, yasa yapıcıya yol gösterir...
Yasalarımız kristalize olmuş, donmuş balların, suçlayıcı ve yanlış bir ifadeyle "şekerlenmiş" balların hakkını, halkımızdan önce teslim etmiştir.
Kısacası, doğal bal donar, kristalize olur, "meşhur yanlış" ifadeyle şekerlenir.

Saf ve doğal bal, pazarlama ve piyasa baskısıyla kristalize olmaktan alıkonursa ne olur?
Yapılan engellemeye göre az yada çok kalite kaybeder, giderek bal ballıktan çıkar.

Tüketici olarak aldığınız bal evde kristalize oldu ve siz henüz damak tadınızı değiştiremediniz, akışkanlığı azalmış balı zevkle yiyemiyorsunuz...
Kristalize olmuş balın tümünü değil, birkaç hafta içinde tüketeceğiniz bir miktarını bir kavanoza koyun. Bu kavanozu da, içinde su olan, bu kavanozu rahatça içine alabilecek büyüklükteki bir kazanın içine yerleştirin. Kavanozun yanları ve mümkünse tabanı kazana temas etmesin. (Kazanın içine, kavanozun altına bir nihale yada bir tabak koyabilirsiniz.)
Kazanı ısıtın. Kazandaki su ısındıkça, suyun içindeki kavanoz ve kavanozun içindeki bal da ısınacaktır. Baldaki kristalizasyon 38-40 °C 'de yavaş yavaş kaybolur. Dikkat edilecek noktalardan birincisi, balın sıcaklığını 44- 45 santigrat derecenin üzerine çıkarmamak; ikinci noktaysa, bu işlemi aynı bala tekrar tekrar uygulamamak gerektiğidir.

Zevkle, özenle, giderek gururla üretilen saf, doğal, sağlıklı ballar arıcılarımız ve tüm halkımız için sağlık ve bereket kaynağı olsun.

24.07.2009

Balda, Balmumunda Kalıntı Hakkında Birkaç Söz

Evvela talimatlara ve yönetmeliklere bakalım !

http://www.kkgm.gov.tr/talimat/gidalarda_ilac_kalinti_uyarilari.html
15-BAL için ilaç kalıntı arınma süresi “GÜN” olarak ifade edilmelidir.

Örnekler :
Gıdalarda (balda) ilaç kalıntı uyarıları
ilaç kalıntı arınma süresi ( i.k.a.s.) :
“tedavi süresince ve son ilaç uygulamasından sonra 30 gün boyunca elde edilen bal insan tüketimine sunulmamalıdır ”
“ arıların bal üretimine başlamasına en az 32 gün kala ve bal üretimi boyunca kullanılamaz.”
“İlaç uygulanan kovanlardan elde edilen ballar insan tüketimine sunulmamalıdır.”
“ arıların bal üretmeye (tutmaya) başlamasından itibaren bal hasadına kadar kullanılamaz”
“ insan tüketimine sunulacak olan polen/arı sütü/propolis/vs toplama/üretme döneminde kovanlara/arılara uygulanamaz ”
“Bal akımı (bal tutumu) süresince ve bal akımının başlamasına asgari 3 gün kala uygulanmamalıdır.” (ilaç kalıntı arınma süresi bal için 3 gündür).



http://www.kkgm.gov.tr/talimat/gidalarda_ilac_kalinti_uyarilari.html
21-Zaman içinde elde edilen ilmi bilgiler sonucunda bu ilaç kalıntı arınma süreleri ve diğer tedbirlerde değişiklikler yapılır.


http://www.kkgm.gov.tr/yonetmelik/vet_ilac.html
Ruhsatın süresi
Madde 34 – Veteriner müstahzar ruhsatının geçerlilik süresi belli bir ürün ya da ürün grubu için Bakanlıkça özel bir şart konulmadıkça veya karar alınmadıkça 5 yıldır.

Ruhsat sahibi müstahzarın değerlendirilmesine imkan sağlamak üzere, ruhsat geçerlilik süresinin bitimine en geç 3 ay kaldığında ruhsat süresi uzatım talebinde bulunmalıdır. Uzatma talebi olduğunda, gerekli değerlendirmeden sonra ruhsatın geçerlilik süresi 5 yıl için uzatılabilir ve aksine bir hüküm olmadıkça bu uygulama sürdürülür. Fakat, ruhsatın uzatılabilmesi için son geçerlilik tarihinden itibaren 2 yıl içinde dahi ruhsat süresi uzatım talebi olmaması halinde ruhsat iptal edilir. Piyasadaki ve depodaki müstahzarlar için Bakanlık emirleri doğrultusunda hareket edilir. Ancak, formülündeki maddelerin ve/veya kalıntılarının insan ve hayvan sağlığı için risk oluşturduğu durumlarda olabileceği gibi 5 yıldan daha az bir geçerlilik süresi tespit edilmiş veya özel bir şart konmuş ise 5 yıllık süre tahdidi uygulanmaz. Bakanlık ruhsat süresinin uzatılması için ruhsat sahibinin yazılı talebine ilaveten ek bilgi ve belgeler talep edebilir.Ruhsatın iptal edilmiş olması ; piyasaya arz edilmiş olan müstahzarların son kullanım tarihine kadar ruhsat sahibinin sorumluluğunu kaldırmaz ve azaltmaz.


http://www.kkgm.gov.tr/yonetmelik/vet_ilac.html
Veteriner ilaç kalıntı uyarısı
Madde 43 – İnsan gıdası elde edilebilecek olan hayvanlarda kullanılmasına izin verilen farmakotoksikolojik etkin maddeleri içeren müstahzarlar, etiket ve/veya prospektüslerinde bu etkili maddelerin kalıntılarının kabul edilen azami seviyelere inmesi için gereken süre ve şartları içeren bir uyarıyı taşımadan kullanıma arz edilemezler. Gereken süre sıfır gün dahi olsa sözkonusu hüküm uygulanır. Kalıntıyla ilgili uyarılar ve süreler Bakanlıkça belirlenir.
Kalıntı problemine sebep olmayan maddeler için bu hüküm uygulanmaz.




Bilim ve teknoloji hergün, heran gelişiyor. Bilimsel bakış açıları ve bilimsel anlayışlar da değişiyor. Giderek, eskiden doğru denilen bazı bilgilerin kısmen veya tamamen yanlış olduğu gibi sonuçlara da varılabiliyor.

O gün için belki çaresizlikten, belki de bilimsel verilerin eksikliğinden doğru olarak kabul ettiğimiz bazı bilgiler(!) bugün için doğru olmayabiliyor.

DDT adını duymamış olmak için çok genç olmak yetmez; ayrıca kentsel, evsel, kırsal veya tarımsal haşerelerle hiç uğraşmamış olmak da gerekir. Tüm dünyada, uzun yıllar boyunca, o kadar yaygın ve yoğun olarak kullanıldı ki; bugün nerdeyse tüm haşere ilaçlarının ortak adı gibi kullanıldığına bile tanık oluyoruz.

Bugünkü bilgilerimizle 2. Dünya Savaşı komutanlarına, "bu ilacı kullanmayın, hem bozulmadan on beş yıl kalıyor, hem toprakları suları kirletiyor, hem en küçük canlıdan en büyüğüne, en sonunda da insana doğru birike birike birikiyor, gerçek zehirli etkisini de insanda gösteriyor" deseydik, bize ne derdi? Sanırım, "Ordularımızı düşman orduları yenemiyor, paraziter hastalıklar öldürsün, öyle mi?" derdi.
(Hayret ! Bügün bile DDT 'nin tamamen yasaklanmadığı ülkeler varmış.)

Naftalin de bu konudaki ikinci örneğimiz olsun:
Bir zamanlar arılı kovanda varroa mücadelesi için ve daha yaygın olarak da kovandan alınmış mumlu çerçeveleri, mum güvesine karşı korumak için kullanılmıştı.

Bunlar uç örnekler, tamam; ama, yaşanmış ve belki de yaşanmakta olan örnekler.

İlaçlara saygılı davranalım; sevmemiz gerekmez.

11.07.2009

Bildirilmesi Zorunlu Hastalıklar

İnsan hastalıkları, hayvan hastalıkları ve bitki hastalıkları için ayrı ayrı listeler oluşturulmuş.
Bu listelerde, (Varroasis çıkartıldığındanberi) arıcılığı ilgilendiren bir tek hastalık var:
Amerikan Yavru Çürüklüğü.
Sadece bir hastalık. Fakat, nasıl bir hastalık.
Umarım görmemişsinizdir. Umarım bundan sonra da görmezsiniz.

Lütfen, http://www.beyazkovan.com/ ( Arıcılık Bilgi Paylaşma Sitesi) ilgili bölümlerini
(1\ Anasayfa - Arı Hastalıkları - Amerikan Yavru Çürüklüğü;
2\ Forum-Arı Hastalıkları-Arılarda Amerikan Yavru Çürüklüğü ;
3\ Forum-Genel Arıcılık(sayfa18)-amerikan yavru çürüklüğü)
tekrar tekrar okuyun.




Hastalığın fotoğrafları için de bir arama motorunun
görsel (images)kısmından "American Foulbrood"
yazıp aratabilirsiniz.









Photo by Virginia Williams. http://www.ars.usda.gov/is/graphics/photos/jul07/d827-1.htm?pf=1

Bu hastalığı yapan etmen ölmek bilmiyor.
Arılar kendi ölülerini bile kaldıramıyor,
peteklerini temizleyemiyor.
Toplumu korumak isteyen devlet de diyor ki:
"Bu hastalığı görürsen bana bildirmek zorundasın".

Ben buraya kadarını biliyorum.
Hastalığı bildirirsek ne olur, bildirmezsek ne olur,
tedaviye çalışırsak (İngiltere'de tedaviye çalışmak da yasakmış),
hele bir de tedavide başarılı olamazsak ne olur bilmiyorum.

Amerikan Yavru Çürüklüğü'ne karşı önlemimizi baştan alalım.
Bu hastalığı, Avrupa Yavru Çürüklüğü, Üşümüş Yavru Hastalığı (Chilled Brood) ve diğer yavru hastalıklarıyla karıştırmayalım.
Herhangi bir hastalık, başka bir hastalığın sebebi olabilir. Bu nedenle tüm hastalıklara karşı tetikte olalım.

uzmanveteriner (Mitat KURT, Uzman Veteriner Hekim) diyor ki:
"Önemli olan hastalık ortaya çıkmadan önlem alabilmektir. Yoksa hastalığın klinik olarak görülmemesi o kovanda mikrobun olmadığını göstermez. Önemli olan hastalık çıkmadan mücadele edebilmektedir. Bu nedenle kovanlar sürekli güçlü tutulmalı, nektar ve polen kaynakları takip edilmeli, antibiyotik kullanımı konusunda devletin koyduğu yasağa uyulmalı, Hastalık çıkması halinde hastalığı gizlemeden laboratuarlara örnekler gönderek gerekli karantina tedbirleri alınmalı, hastalıklı kolonilere sahip olmadan daha çok hastalığı saklamanın ayıp olduğu bilinmelidir."

Türkçemize iyice yerleşmiş, hijyen ve hijyenik diye iki kelime var.
Hıfzıssıhha kelimesini unuttuysak,
sağlık ve sağlıklı kavramlarını öğrenemediysek,
bari hijyeni iyi belleyelim.

Tüm arıcılarımıza ve arılarımıza
sağlıklı ortamlar, güçlü koloniler,
sağlık ve mutluluklar dilerim.

4.07.2009

Doğal Olarak Doğal

Doğal, bitkisel, hatta organik.

Sanayi bölgelerinden uzak, tertemiz dereciklerin kenarında, kimyasal gübre, ilaç görmemiş ısırgan otunun yaprakları doğal değil mi, organik değil mi, bitkisel değil mi? Öyleyse çorbasını yapıp içelim; ama, yaprakları melisa yapraklarını andırıyor diye elimize alıp ovalamayalım. Yüksükotu yapraklarını da, çiçeklerinin güzelliğine kapılıp hem doğal, hem organik hem de bitkisel diye çorbasını yapıp içmeye kalkmayalım.



Kelimeler anlamlarıyla yaşayıp giderken nasıl oluyorsa bazen, yeni yeni anlamlar da yüklenebiliyorlar. Doğal demek iyi demekse kene mi iyi, varroa mı? Bitkisel demek şifalı demekse ısrgan mı şifalı, yüksükotu mu? Organik demek sağlıklı demekse işkembe çorbası mı sağlıklı, kokoreç mi? Ya da organik olduğu halde neden çarık giymeyi tamamen bıraktık?


Bence, o anda, o kişiye, o topluma, insanlığa gerekli, temiz, sağlıklı, uygun, olanla olmayan vardır.


Yine de organik arılarımızı organik varroadan korumak için organik asitlerden formik asit yada oksalik asit kullanalım. Bugünkü bilgilerimize göre "uygun" görünüyorlar…

Tabii ki formik asit diye aldığımız “formik asit”, oksalik asit diye aldığımız da “oksalik asit” olmalı; tabii ki hasattan sonra kullanalım, usulüne uygun olarak ve sentetik eldiven giymeyi de ihmal etmeden...
Kalıntısız, sağlıklı ürünler dilerim tüm arıcılara...

28.06.2009

Ben de Larva Nakli Yaptım !

Daha önce larva nakline hiç yeltenmemiştim. Denememiştim bile diyemiyorum, çünkü, bu iş bana hem çok zor, hem de çok zahmetli gibi görünüyordu.
Zaten klasik yöntemlerle küçük koloniler elde etmek benim için yeterliydi. Hala da yetiyor, ama, "Ali Şekerli Yöntemi"ni gördüğüm zaman, "Aaaa ! Ne kadar kolay ! " dedim.
Larva naklinin avantajları beni bu çarpıcı ve kolay (!) yöntemi denemeye, uygulamaya zorladı:
1\ İlk iş olarak 2ml'lik enjektörlerden uygun tüpleri hazırladım. Çok güzel oldu. "Başlamak bitirmenin yarısıdır" derdi annem.

2\ Anasını değiştireceğim, 13 çerçevede çalışır gibi yapan bir kolonimiz vardı. Bu koloninin anasını "aldım". Saat:13.00

3\ Damızlık olarak kabul ettiğim koloniden larvalı bir çerçeve aldım. Çerçeveyi silkelemeden en genç, en iyi larvaları seçip, enjektörlere aldım.
4\ Herbirinde bir adet larva olan enjektörleri, boş bir çerçeveye tutturdum, telle bağladım.




5\ Larvalı enjektörleri, anasız bıraktığım koloniye verdim. Damızlık koloniden aldığım ve larva kaynağı olarak kullandığım çerçeveyi de bu koloniye verdim. Saat:15.00

Bu aşamaya kadar yaptığım hatalar dikkatinizi çekti mi? Ben bazılarının farkındaydım, benim için kaçınılmaz hatalardı.
Örneğin, anasız bıraktığım ve "başlatıcı"lık görevi yüklediğim koloniye, anasızlığını hissettirecek zamanı vermemiştim. Bu en önemli hatamdı. Hücre boylarını kısaltamamıştım.
Bari hücre tabanları enjektör ucuna gelene kadar itekleseydim hücreleri.

6\ Ayrıntılar önemlidir. Sanat ayrıntılardadır. Şeytan da periler de ayrıntılarda gizlenir.

Arılar, verdiğim larvalı enjektörlere, sıradan ve kirli enjektör muamelesi yapıp altı gün içinde tertemiz temizlemişler. Kendi çerçevelerinde de, benim verdiğim larvalı çerçevede de anamemeleri yapmışlar.
Çok noksanım var çok.
Aşamaları belgeleyecek fotoğraf makinam bile yok. Neyse ki telefonumda böyle bişey varmış, onu kullandım.
İstediğim gibi oynayacağım arılarım da yok; önce Sevgili Ortağım Hasan Topal'ı ikna etmem gerekiyor.

Sonuç olarak, ben yolu yarıladım: Larva nakline başladım.

26.06.2009

Arıcılık, bilimsel bilgilerin, sanatsal uygulamalar bütünüdür.


Arıcılık, bilimsel bilgilerin, sanatsal uygulamalar bütünüdür.