10.03.2010

Yine Mi Tuz

Bilimsel bilgilerin hepsinin sonsuza kadar geçerli olacağının garantisi yok; fakat yine de “hayatta en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir”.
Bilimsel bakış açısının kuşkuyu da içinde barındırıyor olması bilim insanlarını yeni arayışlara yöneltiyor. Fennî kovanlar da bu sayede icat edilmedi mi?

Beni rahatsız eden şey ise böyle bir bakış açısıyla standart kovanlarda bile bin bir değişiklik yapmayı düşünen; bazan da çok başarılı geliştirmeler yapan bazı arıcıların hâlâ elli yıl önceki kitapları ya da noksan, hatalı gözlemlerini kanıt göstererek arılara tuz verilmesi gerektiğini söylemeleri.


. 1940'lardan bir afiş, eski Tekel (İnhisar) ’in Sofra Tuzu Afişi



“Ben arılarıma tuz veriyorum ve şöyle, şöyle başarılı oluyorum” diyen ve aslında gerçekten de başarılı olan arıcılara diyorum ki: Diğer uygulamalarınızı aynen yapsanız ve tuz vermeseydiniz… arılarınız tuzsuz kalır, siz de başarısız mı olurdunuz?

Tuz verilmesi gerektiğini ileri süren arıcılarımızın bir tezi de şu: “Arılar tuzlu suyu tercih ettiklerine göre tuza ihtiyaçları var”.
Bence arılar tuzlu suyu ya daha ılık olduğu için ya da mineral ihtiyaçlarını giderebilecekleri yanılgısıyla tercih ediyorlar.

“Benim arılarım o kadar doğal ve o kadar mükemmeldirler ki, yanılmazlar” diyenlere sözüm yok. Zaten onların o mükemmel arıları su ve mineral ihtiyaçları için taze çiftlik gübresi (kemre) sızıntılarına; propolis ihtiyaçları için ise sıcaktan erimiş asfalta da konmazlar.

İyi ki altılı ganyan oynamıyor, amatör arıcılık yapıyoruz. Altılı ganyanda kazanabilmek için altı yarışın altısında da birinci olacak atları doğru tahmin etmek gerekiyor. Beş doğru tahmine amorti bile yok!

Arıcılıkta ise arıcının birçok hatasını arılar telafi ediyor; ufak tefek hatalar arıcıyı başarısızlığa sürükleyemiyor.

Bu bağlamda, benim protein ve mineral takviyesi olarak bebek maması verdiğim gibi Sayın Murat Çakır da arıcılığının ilk yıllarında arılarına süt tozu veriyormuş.

Bu gibi küçük(!) hatalar yapan arıcının diğer uygulamaları, arıya müdahaleleri, yol göstermeleri zamanında, olumlu, uygun ve yeterliyse başarı kaçınılmaz oluyor. İşin garip olan püf noktasına gelirsek: Bu “kaçınılmaz başarı” nedeniyle arıcı da hatasını görmekte gecikiyor, giderek bu hatalı uygulamayı kendisini başarıya götüren formül sanmaya devam ediyor.



Bu yazıyı ortağım Hasan’a, Kale Köyü’nden dostlarım Kasım’ın Ahmet ve Kasım’ın Muzaffer’e armağan ediyorum.

2 yorum:

Murat Çakır dedi ki...

Cahit bey, son günlerde bir kulak çınlamasından muzdariptim, demek ismim burda geçmiş. :)

Bilgi, bir gecede oluşmuyor. Yüzyılların içinden deneye yanıla, süzüle süzüle geliyor.

Arıcılıkta da öyle, birbirinden farklı yüzlerce uygulama yapılıyor. Bazı uygulamalar ortak kabul görüp arıcılık bilgisi haline geliyor, bazıları da marjinal olarak kalıyor.

Bundan 30-40 sene önce yazılmış arıcılık kitaplarında, süt tozu, yumurta sarısı, sofra tuzu önerileri var.

Tabi bu bilgiler, labaratuvar ortamında bilim adamlarının incelemeleriyle ortaya çıkmış şeyler değil.

Çoğunluğu arıcıların gözlemlerine ve mantıksal çıkarımlarına dayanıyor.

Arının proteine ihtiyacı var, süt tozunda da protein var o zaman süt tozunu keke katmak gerek.

Ya da arı tuzlu pis suya konuyor, o zaman tuza ihtiyacı var o tuzu ben vereyim.

Bireysel gözleme dayalı bilgi bizi her zaman yanıltır. Çünkü sadece gözlemleyerek, o olayı ortaya çıkaran bütün faktörleri değerlendiremeyiz.

1970'li yıllarda, bilimadamları o döneme kadar arıcıların çokça kullandıkları yöntemleri labaratuvar ortamlarında test ederek, sonuçlarını değerlendirmişler.

O ekol daha sonra devam etmiş, birbiri ardına bir takım çalışmalar yapılmış.

O dönemde İngiliz Bilim Adamı Leslie Bailey'in önemli araştırmaları var. Bailey ve onun öğrencilerinden ismini şu an hatırlayamadığım bazı bilim adamları, süt tozundan sofra tuzuna kadar, arıcıların bütün kullandıkları besleme şekillerini laboratuvar ortamında uygulamışlar.

Arıcıların arı beslemesinde kullandığı bir çok yöntemin, aslında arının sindirim sistemine uygun olmadığı, bir takım yan etkilere sebep olduğu ortaya konulmuş.

Bu konuda çeşitli arıcılık dergilerinde makaleler yazılmış.

Fakat arıcılar arasında, yurtdışında arıcılık yapanlar da dahil, yüzyıllar içinde oluşmuş bilgi ve alışkanlıkları bir makale ile değiştirmek mümkün değil.

mcsumer dedi ki...

Murat Bey, Teşekkürler!

Ahh o alışkanlıklar…

Bu yazıyı “sinerji”nin önemine inandığım için yazmıştım. Yoksa, üç-beş kovan arım var, onlara da haftada bir bakabiliyorum diyen mcsumer’i kim okur, okusa da kim dinler? Yorumunuzla iki yazı haline gelmiş oldu. Bildiğiniz gibi bir artı bir çoğunlukla ikiden büyüktür ve ikiden daha etkilidir. Dolayısıyla bir arıcı bile tuz kullanmaktan vazgeçse kazançtır.

Bilmek var bilmek var, bilmeden bilmeye fark var diyen bir yazı okumuştum bilmenin aşamalarını inceleyen bir kitapta.
Tuz, Sodyum ve Klor’dan meydana geliyormuş, sindirimden sonra bu iki madde birbirinden ayrılıyor ve arılara zararlı hale geliyormuş diyen arıcıların bilgilerine, ya da bilme derecelerine bir katkı olursa yeter.

Bilimsel bilginin oluşumu hakkında bir yazı yazmayı düşünüyordum ama daha önce bu konuyla ilgilenmediğim, bilim tarihine özel bir ilgi göstermemiş olduğum için yazamadım. Yorumunuz bu açıdan da bir noksanı bir nebze de olsa gidermiş oluyor.

Sağlık ve Mutluluklar Dilerim.12 03 2010 14:33